Bu yöntem işe yaramayınca anne bu sefer de oğlunun “paylaşmaktan nefret etme” özelliğini kullanıp çocuğun tapulu malı olan sütü arkadaşına ikram etmekle tehdit eder: “O zaman ben de Abdullah’a veririm. Apocuuum, iç bakıyım oğlumun sütünü.” Çocuktan yine bir tepki gelmez. Anne, sütü Abdullah’ın elinden zar zor kurtardıktan sonra sinirlenmeye başlamıştır, sert oynamaya karar verir. Anne bilmez ki çocuk; sütü kaynar bir içecek olduğunu sandığı için içmek istemez. Küçük bir hayvanı öldürebilecek sıcaklıktaki sütü anne bilerek soğutmamıştır, çünkü nereden öğrendiğini hatırlamamakla birlikte, soğuyan sütün vitamininin “kaçacağına” inanır. Bu vitamin nereye kaçar, atmosfere mi karışır, difüzyonla dağılmaya mı uğrar, onları hiç merak etmez.
Annenin yardımına sokaktan geçen eskicinin bilinmeyen bir dilde söylediği savaş çığlığı koşar:
“İeeskileralırımeskiciyyyya!”
Anne: “Bak! Eskici geldi işte! Sütünü içmediğini öğrenmiş. Çabuk iç sütünü, vallahi götürür sonra seni” diyerek kendi oğlunu, hem de yalan yere yemin ederek ölümle tehdit eder. O yaşta annesinin ve babasının her söylediğine inanan çocuk ise büyük bir korkuyla sütü kafasına diker. Önce elleri yanar çocuğun, sonra ağzı ve dili. Sütü yuttuktan sonra da yemek borusundaki acıyı hisseder. Ama en azından eskiciden kurtulmuştur. Nasıl bir istihbarat teşkilatı vardır ki eskicinin, sütünü içmeyen çocukları hemen teşhis etsin? Acaba evden birisi mi gammazlıyordur çocuğu, veya evi seyreden meraklı bir komşu? Peki devlet mi görevlendirmiştir eskiciyi: “Git, ne kadar sütünü içmeyen, uyumayan çocuk varsa getir. Madem büyümeye niyetleri yok, şimdiden imha edelim de arı ırkı yaratalım” diye?
Çocuk, uzun bir süre eskiciyi sadece “çocuk toplayan adam” olarak bilecektir. Ne kadar büyürse büyüsün ondan hep korkacaktır. Koskoca bir işadamı olduğunda bile eskicinin sesini duyunca irkilecektir. Ama olsun, sütünü içmiştir. Çocuğun psikolojisinin bozulduğuna değmiştir.Eskici ise, pencerenin dışında, bütün bu konuşulan komplo teorilerinden habersiz sokakta gezmektedir. Dört bisiklet tekeri üzerinde giden tezgahını azimle itmektedir. Apartmanın pencerelerinden seslenen kadınlara, eski eşyalar karşılığında plastik kova, leğen, mandal, lavabo pompası… arabasında ne varsa verir.
Üç bölüme ayrılmıştır arabası. Üstteki tezgahta; kenarlarda takas aracı olmak üzere arabaya özenle yerleştirilmiş naylon eşyalar, ortada ise evlerden aldığı eskiler, bozuk çamaşır makineleri, buzdolapları, ütüler, parçalanmış elbise dolapları bulunur. Eşya seçmez eskici, hanımlar ona ne verirse versin, yaylı kantarında tarttıktan sonra uygun karşılığını vererek hurdayı alır. Eskicinin dünyasında öncelikli olan ağırlıktır. Onun için eski bir lavabo, bir bilgisayardan birkaç mandal daha değerlidir. Arabanın üçüncü bölmesi ise alt kısımdadır.
Eskicinin gün boyunca takip ettiği bir parkuru vardır. Sokakların arasında dev bir tur atıp evine döner. Ama her gün farklı yönden tamamlar parkurunu; bir gün düz, bir gün ters. Böylece sabah erken saatlerde önünden geçtiği evlerde uyanmamış kadınlar varsa, ertesi gün aynı evlerden akşamüstü geçip kadınları uyanık yakalar, bu sayede parkurundan maksimum verim almış olur.
Akşam olduğunda fakirhanesine gelmiştir eskici. Kasabanın dışında, gecekondu-kulübe arası bir evde yaşar. Önce evin arkasındaki boş alana gidip o gün takasta kazandığı eski eşyaları yığar. Daha sonra arabasının tekerleklerini kontrol eder. Kasabanın taşlı topraklı yolları, tekerleklerin sabrını epey zorlamıştır. Lastikte veya tekerde herhangi bir sorun varsa, orada bulunan aletleriyle gerekli tamiratı yapar. Evin dışındaki işi artık bitmiştir.
Arabasının sığacağı şekilde sonradan genişletilmiş kapısını açar ve arabasıyla birlikte içeri girer. Evde onu bekleyen kimse yoktur. Ayakkabılarını çıkarır, lavaboya gidip elini yüzünü yıkar. Perdeleri henüz açmaz, çünkü önce yemek yemesi lazımdır. Tek odalı evinin mutfak köşesindeki dolapların birinden kocaman bir kazan çıkarır ve ocağın üstüne koyar. Kendisi tarafından kazana sonradan eklenmiş parçaların yardımıyla kazanı ocağa tutturur, yerinden oynamasın diye vidalarını iyice sıkar. Sonra bir şişe fındık yağının tamamını kazana boşaltır. Ocağı yakar.
Ocak kısık ateşte kazanı ısıtırken, eskici arabasının üçüncü bölmesini açar. İçinden dört yaşında bir erkek çocuk çıkarır. Çocuk baygındır, veya uyuyordur. Çocuğu görünce kendi boğazını tutar. Gün boyunca çocuğun sesini bastırmak için ne kadar bağırması gerektiğini hatırlamıştır. Ocağın üzerindeki dolaptan boğaz pastilini çıkarır ve ağzına bir tane atıp kutuyu yerine koyar. Sonra işine geri döner. Çocuğun giysilerini özenle çıkarır. Artık uyanmasını sağlamak zorundadır. Çocuğu ocağın yanına getirir ve bir iki tokat atar. Çocuk kendine gelince sakalla kaplı suratı, kapkara gözleri, paçavradan giysileri ve kesif ter kokusuyla eskici amcayı görür. Eskici amcayı ilk olarak sokakta görmüştür. Ona arabasının altına bir top kaçtığını, kendisinin oraya girmek için çok büyük olduğunu söylemiş ve çocuktan yardım istemiştir. Çocuk da topu almak için “üçüncü bölme”ye girince bölmenin kapağı kapanmıştır. Çocuk uzun süre ağlayıp sızlamıştır ama sesini kimseye duyuramamıştır. En sonunda da sıcaktan bayılmıştır.
Karşısında eskiciyi gören çocuk tekrar başlar ağlamaya. Bu sefer eskicinin bağırıp çocuğun sesini bastırması gereksizdir, çünkü etrafta çocuğu duyacak kimsecikler yoktur. Güçlü kollarıyla çocuğu belinden kavrayıp yukarı kaldırır, kazanın üzerine götürür. Kızgın yağın sıcaklığını daha havadayken hisseden çocuk, dört yaşında olmasına rağmen başına geleceklerin farkına varmıştır…
Eskici tam bir deneme yanılma uzmanıdır. Kurulacak ideal tuzağı, ocağa tutturulan kazanı, fındık yağını hep deneyerek bulmuştur. “Bugün sütünü içtin mi?” diye sorar. Çocuk “hayır” anlamında başını sağa sola sallar. Eskici çocuğu kazana bırakır. Kızgın fındık yağının içine düşen çocuk, normal bir insanın çıkaramayacağı tizlikte haykırır. Bu işi defalarca yapmış olmasına rağmen, yine de bu duyma sınırını zorlayan ses karşısında eskicinin tüyleri diken diken olur. Çocuk ilk olarak aşırı sıcağın etkisiyle gözleri aktığı için kör olur ve saçları tamamen erir. Beş-altı saniyelik canıyla çığlıklar atarak kazanın içinde debelenir, ama kazan devrilmez.
Kazanı ocağa tutturmak için sonradan eklediği parçayı da yaşadığı bir tecrübe sonrasında geliştirmiştir. İri çocuklardan bir tanesi, kazanın içinde ölmemekte direnmiş, üstüne üstlük çırpınırken kazanı devirmiştir. Halının üzerinde, üstünden araba geçmiş bir köpek gibi inlerken, eskiciye doğru emekleyip ondan yardım etmesi için yalvarmıştır. Rengi koyu kahve olmuş, saçları, gözleri ve dudakları erimiş, yürüyen tombul bir et yığınına benzeyen hali eskiciyi çok korkutmuştur. Eline rastgele geçen satırı çocuğa rastgele bir şekilde indirmiştir. Sırtına gelen satır çocuğu yere yıkmıştır. Eskici satırı geri çektikten sonra çocuk yattığı yerden, dudakları olmadan “Anne!” diye inlemeye devam etmektedir. Satırı iki eliyle kavrayan eskici, bu sefer çocuğun kafatasına inmiştir. Sıcaktan zaten erimiş olan kafa çaprazdan ikiye ayrılmış, iri çocuğun beyni dışarı akmıştır. Kafa, bu haliyle insan kafasından çok içinden kokoreç çıkan kesmece bir karpuza benzemiştir. Eskici, çocuğun kalan parçalarını iri bir kaşıkla temizlemek zorunda kalmıştır.
Çocukların pişerken uyanık olması gerektiğini de deneyerek öğrenmiştir. Kendisi sebebini bilmemektedir ama çocuk pişerken uyanık olunca eti eskiciye daha lezzetli gelmektedir. İşin esası, bilinci yerinde olan çocuk kızgın yağa atıldığı zaman tüm vücuduna yüklü miktarda adrenalin salgılanmaktadır. Bu da eti –eskiciye göre- daha lezzetli yapar.
Eskici aslında yamyam değildir. Normal insanlardan tek farkı; insan etinin tadına bakmış olmasıdır. İnsanoğlunun alışkanlıklarındaki en önemli faktör “deneme”dir. Normal insanların (ne demekse) tiksindiği çoğu şeye bağımlı olmak, aslında sadece bir kere denemeye bakmaktadır. Nar gibi kızarmış bir bacağın yanında rakı içmeyi sever eskici. Ama bunu deneyerek bulmamıştır, rakı zaten her şeyin yanında iyi gider.
Yemeğini bitiren eskici, yemek artıklarını çöpe atamaz. Çöpte bulunan bir bacak kemiğinin şüphe uyandıracağından korkar. Üzerinde yer yer et parçaları bulunan kemiği dışarıya, evin arkasına götürür. Orada bulunan hurdaları birer birer kaldırıp toprağa ulaşır. Evin arka duvarına dayanmış olan küreğini alıp toprağı bir güzel kazar. Kazı çalışmaları sırasında birkaç minik kemik ve kurukafayla karşılaşır. Bacağı açtığı çukura attıktan sonra çukuru güzelce kapatıp hurdaları yerine koyar. Böylece kemiğin üzerindeki et parçalarını topraktaki kurtlar yer ve doğadan alınan doğaya iade edilmiş olur. Bu işi her gün yapmak eskiciye zor gelmektedir ama bağımlısı olduğu taze eti yiyebilmek için buna katlanmaya razıdır.
Bir şeyi daha deneyerek bulmuştur eskici. Pişen çocuğun midesinde süt varsa, o süt kaybolmaz, yüksek ısıda ete karışır. Bu da etin tadını bozar, bebek maması gibi yapar. O yüzden eskici, sadece sütünü içmeyen çocukları yer…
Optimizasyon ;
korku hikayesi eskici, eskici hikayesi, hikaye oku, korku hikayeleri oku, hikayeler, korkunç hikayeler
0 yorum: